UYGUN - SPOTLU SORU BANKASI - TÜRKÇE 8. SINIF

Ağzının suyu akmak: Çok beğenip istemek, imrenmek: Bu ziya- fete elimiz erişmiyor, uzaktan ağzımın suyu akıyor. Akla karayı seçmek: Bir işi başarıncaya değin çok sıkıntı çek- mek, güçlüklerle karşılaşmak: Ben kendi hesabıma Fransızca öğ- renebilmek için akla karayı seçtim. Aklı başına gelmek: Davranışlarının yanlışlığını sezerek doğru yolu bulmak: O zaman her şey düzelir, onun da aklı başına gelir. Aklı başında olmamak: İyi düşünebilir durumda olmamak: Aklı başında olmadığından soruyu yanlış çözmüş. Aklı ermek: 1. Anlayabilmek: Bir sihirbaz inceliği ile başlayan iş çabuk bitirilmeli ki onun da neticeye aklı ersin. 2. Akılca olgunlaş- mak: Aklı her şeye eriyor, eli her işe yatıyor. Allah özene bezene yaratmış: Çok güzel olanlar için söylenen bir söz: Bebeğe kim baksa "Allah özene bezene yaratmış.” diyor- du. (birinin) Alnını karışlamak: Küçümseyerek meydan okumak: Topluluğun karşısına geçmiş "Hepinizin alnını karışlarım.” diyordu. Atbaşı (beraber) gitmek: Eşit durumda olmak: Bu çeneyle atbaşı giden keskin bir zekâsı var. Ayağa kaldırmak: Telaş ve heyecana düşürmek: Çantasını bula- mayınca ortalığı ayağa kaldırdı. Ayıkla pirincin taşını: Bir işin pek karışık ve içinden çıkılmaz durumda olduğunu anlatmak için kullanılan bir söz: Bu işe girsin ondan sonra ayıkla artık pirincin taşını! (bir yola) Baş koymak: Bir şey uğruna bütün tehlikeleri göze al- mak: Çeşitli tehlikelerin var olduğunu bilerek bu işe girişip baş koymuşlardı. Bayram havası esmek: Ortam neşeli, sevinçli bir duruma gel- mek: Ziyaret günleri hastanelerde bir bayram havası eser. Bir deri bir kemik (kalmak): Çok zayıf (olmak): Zaten bir deri bir kemik, zayıf bir adamdı. Bir kenara atılmak: Unutulmak, terk edilmek, ilgi kesilmek: Emekli olunca kendini bir kenara atılmış gibi hissetti. Bıçak kemiğe dayanmak: Çekilen sıkıntı artık katlanılamayacak bir duruma gelmek: Bıçak kemiğe dayandı mı başkaldırır, hakkını isterdi. Burnu Kafdağı'nda (olmak): Çok kibirli (olmak): Çeltikçiler, o bu- runları Kafdağı'nda çeltikçiler çarşıya düşmüşler, önlerine gelene dert yanıyorlar. Burnunda tütmek: Çok özlemek: Benim Nazlılarım, Gülizarlarım hatta Ethemlerim burnumda tütmeye başladı. Burnundan kıl aldırmamak: Kendisine hiç söz söyletmemek: Zi- ver Bey her şeyi bilen, burnundan kıl aldırmayan biriydi. Can bulmak: Dirilmek, canlanmak: Eylül sonunda ruhunu teslim eden heves / Can bulmak üzredir yeni baştan bahar ile Cana (canına) can katmak: Yaşama gücünü artırmak: Pınarların dibindeki çimenlik, sofada kuşların çığlıkları geziye çıkanların ca- nına can katar. Canı sıkılmak: 1. İçi sıkılmak, yapacak bir işi olmamaktan te- dirginlik duymak: Bir an daldı. Durup dururken canı sıkılmıştı. 2. Öfkelenmek: Belki de kitapları bedavaya getireceğimi düşündü- ğü için canı sıkılıyor. 3. Üzülmek: Atölyede bellediğim dünya ka- dar söze gazetelerde, kitaplarda rastlamayınca enikonu canım sıkılıyordu. Canını dişine almak (takmak): 1. Her tehlikeyi göze alarak işe girişmek: Öyleyse niye uğraşıyoruz, canımızı dişimize takmışız? 2. Bütün gücünü harcayarak yapmak. Ders vermek: 1. Öğretmek, yetiştirmek: İyi konuşurdu, ders ver- mek sanatını bilirdi. 2. Azarlamak, sert davranmak, sert bir kar- şılıkla yola getirmek: Evvela kendi kendisini cezalandırdı, sonra kendisi gibi yaşamak istemeyenlere ders verdi. Dikkat çekmek: 1. İlgi toplamak: Hangi konudan söz etse dikkati çekecek bir hava veriyor. 2. mec. Göze batmak, fark edilmek. Dile dolamak: Bir şeyi veya konuyu sık sık tekrar etmek: Bu şar- kıyı diline dolamıştı. Dile gelmek: 1. Dile düşmek; 2. Konuşma kudreti, yeteneği, ol- mayan varlık konuşmak, dillenmek, lisana gelmek: Günlerce elin, dile gelmeyen çocuğunu bağrına basan fabrika sahibine acındı. Dile getirmek: 1. Konuşturmak: Yıllar yılı, bu amaçları devlet adamlarımız, basınımız, sanat âlemimiz dile getirip durmuştur. 2. Belirtmek, anlatmak, açıklamak, ifade etmek: Kendi kendime, adlı şiirinde bunu şöyle dile getirir. Dile vermek: Gizli tutulması gereken bir şeyi açığa vurmak, du- yurmak, yaymak: Arkadaşlarıyla konuştuklarını sınıfta dile verdi. Dili dişi kilitlenmek: Uzun süre konuşamamak: Sahneye çıktı- ğında dili dişi kilitlenmişti. (birinin) Diline düşmek: Yermek veya alay etmek amacıyla bi- rinin kötü veya yanlış davranışını sürekli söylemek: Mahallede acubelerin diline düşmekten korkuyorum. (birinin) Dilini bağlamak: Bir kimseyi herhangi bir sebeple söz söyleyemez duruma getirmek, susmak zorunda bırakmak: Dilini, ağzını bağlamış adamcağızın . Dilini yutmak: Sevinç, korku, heyecan vb. sebeplerle konuşamaz olmak: Satılmış'ın hiddetli hiddetli çıkışması üzerine dilini yutup ters yüzüne mutfağına döndü. SINAVLARDA ÇIKMASI BEKLENEN DEYİMLER © SADIK UYGUN YAYINLARI ©

RkJQdWJsaXNoZXIy ODAxMzU=