UYGUN - SPOTLU SORU BANKASI - TÜRKÇE 8. SINIF
İki dirhem bir çekirdek: Çok güzel ve özenli giyinmiş: İki dirhem bir çekirdek kadınların başlarında şemsiye, ellerinde de yelpaze. İliğine (iliklerine) kadar: İyice, en son sınırına dek: Ilık bir mart güneşi, iliklerine kadar ısınıyor insan. İş işten geçmek: Bir işi gerçekleştirme imkânı kalmamış olmak: Gittiği yerlerde soğuk karşılanışını sonradan anlar ama iş işten geçmiş olur. Kalbi yerinden oynamak (fırlamak): Çok heyecanlanmak: En hafif bir hareketi, kalbimizi yerinden oynatmaya yeterdi. Kapıları açık tutmak: Herhangi bir konuda ilişkiyi kesmeden an- laşma ortamını sürdürmeye çalışmak: Onunla görüştükten sonra kapılarını açık tutmaya karar verdi. Kendini dev aynasında görmek: Kendini olduğundan çok üstün görmek: Bu ortamda kimse kendini dev aynasında görmesin. Kendini kaptırmak: 1. Bir şeyin etkisinden kurtulamayacak duru- ma düşmek: Kendini maça kaptırmış, etrafında olup bitenleri gör- memiş. 2. Uğraşmaya başladığı bir işten kendini kurtaramamak. (birine) Kol kanat olmak (germek): Yardım etmek, korumak, hi- maye etmek: Sade çocuğuna değil, eşine de kol kanat gerer, ona da analık eder. Kırk Fırın Ekmek Yemek: Bir işi doğru bir şekilde yapabilmek için daha çok çalışmak: Ustasını geçebilmek için kırk fırın ekmek yemesi gerekiyor. (birine, bir şeye) Kıymet vermek: Değerli olarak kabul etmek, değerlendirmek: Müdür Bey, onun tecrübelerine kıymet vermek şöyle dursun, onu hafife almakla gururunu da kırıyordu. (bir şeye) Kulak (kulaklarını) tıkamak: Bir şeyi duymazlıktan gelmek: Vücudu içinden duyduğu çöküntülere kulaklarını tıkar, gözlerini yumar. Meydan vermemek: Kötü bir durumun gerçekleşmesi için imkân veya zaman bırakmamak: Sonra sultanın yanıtına meydan ver- meden döndü. Murada (muradına) ermek: İsteğine kavuşmak, dileği gerçekleş- mek, arzusu yerine gelmek: Sevdalılar nihayet murada eriyorlar. (birine) Nazı geçmek: Dilediğini kabul ettirecek kadar hatırı sayıl- mak: Komşusuna nazı geçiyor, her istediğini yaptırıyordu. Niyet tutmak: Fala bakılırken olması istenilen şeyi aklından ge- çirmek: Kahveleri içen herkes niyet tutmaya başladı. Özen göstermek: Bir şeyi özenerek elden geldiğince iyi olması- na gayret ederek yapmak, itina etmek: Çay bitmesin diye yudum yudum içmeye büyük özen gösterirler. (bir yere) Parmak basmak: mec. Bir konu üzerine dikkati, ilgiyi çekmek: Benim öteden beri gözüme çarpan bir noktaya şimdi par- mak basacağım. Peşine düşmek (gitmek): 1. Arkasından gitmek, izlemek: Kaçar- sa peşine düşerek ona korkulu dakikalar geçirtiyordu. 2. Bir iste- ğin gerçekleşmesini sağlamaya çalışmak: Her biri bir yere, ekmek parası peşine gittiler, kendi başlarını da kurtardılar. Renk katmak: Neşe, canlılık veya değişiklik kazandırmak: Yeni gelen çocuk sınıfa renk kattı. Sınırları aşmak: Birçok yerde tanınacak kadar ünlenmek: Aziz Sancar, yaptığı çalışmalarla sınırları aştı. Sır vermek (sızdırmak): Bir sırrı açığa vurmak, başkasına söy- lemek: Mustafa dışarı sır sızdırmıyordu lakin üzüntüden de eri- yordu. Soğuk almak: Üşüyerek hastalanmak, üşütmek: İliklerine kadar da ıslanmış ve soğuk almış. Sükûtu hayale uğramak: Çok istenilen veya umulan bir şeyin gerçekleşmemesinden üzüntü duymak: Bir hafta sonra sargıları açıp eserini incelediğinde sükûtu hayale uğradı. Taban tepmek (patlatmak): Uzun yol yürümek: Para kazanmak için şehrin dört bir köşesinden buraya kadar taban tepiyor. Tadı damağında kalmak: 1. Yenen bir şeyin tadını unutamamak, 2. Hoşa giden, zevk alınan bir şeyi unutamamak: Eski seyahat hür- riyeti, yine tadı damağımızda kalan tatlı bir hatıra olmuş. Tarihe geçmek: Önemi bakımından unutulmayacak bir durum kazanmak: Bütün ömründe tek bir kitap yazmış ve bu kitabıyla tarihe geçmiştir. Tat almak: Bir şeyden hoşlanmak, zevk almak: Kelimenin de ta- dını alır, kafiyenin de. Telaşa düşmek: Telaşlanmak: Vapur işlemeyecek zamanlarda bile bir gün işinden kalmadığını bilen Hayriye Hanım telaşa düştü. Toz kondurmamak: Bir şeyde herhangi bir kusurun varlığını ka- bul etmemek, bir şeyi kusursuz göstermek: Toz kondurmadığı devletinin kendisini hatırlamasını sabırla bekliyor. Yol almak: Yolda ilerlemek: Hayatta epeyce yol almış, çoluk ço- cuğa karışmış bir münevver olarak sürüden ayrılmaya korkuyor- du. Yolda kalmak: Kaza, doğal afet vb. sebeplerden dolayı yolda iler- leyememek, gideceği yere varamamak: Yağmur o kadar çoktu ki araçlar yolda kaldı. Yüreği burkulmak: Çok üzülmek, çok acı duymak: Babamın kü- çük yalısını eşyasıyla satın alan ... bir Meşrutiyet devri mebusunu ziyaret ettiğim zaman ... yüreğim burkulmuştu. Yüz sürmek: Aşırı sevgi göstermek için yere eğilmek: Dedesini gördüğüne çok sevinmiş, onun dizlerine yüzünü sürmüştü. Yüzünden düşen bin parça olmak: Öfke veya küskünlükten ileri gelen can sıkıntısıyla suratı asık olmak: Yurttaşın yüzünden dü- şen bin parça olacak. SINAVLARDA ÇIKMASI BEKLENEN DEYİMLER © SADIK UYGUN YAYINLARI ©
RkJQdWJsaXNoZXIy ODAxMzU=